Bir Propaganda Örgütünün Pek de İyi Olmayan Sicili Hakkında

Çerkes Sürgününün 125. Yılı vesilesi ile 1989 yılında gerçekleştirilen bir toplantıda büyük bir konsensüs ile kurulması için çalışmalara başlandı. 91’de kuruluşu resmen duyuruldu. İlk başkanı gerçekten örgütün sorgusuz sualsiz kabulünü ve itibarını sağlayacak ‘o koltuğa neden oturtulduğumu anlayamadım’ diyerek sonradan farkına varacağı bir durumu bilmeden işaret eden muteber bir hukuk adamı olan Kalmık Yura’ydı. Aslında 2000 yılında polis baskını ile gerçekleştirilen genel kuruldan itibaren meşruiyeti sorgulandı ancak evveliyatı hakkında da her şeyi pek net değildi. Perde arkasında Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra 1991 yılında Kafkasya Dağlı Halkları Birliği’nin kuruluşundan duyulan rahatsızlık nedeniyle bizzat KGB’nin olduğu ve benzer iddialar hep dile getirildi. Bazılarına göre Sovyetler Birliği’nde çalışma alanı diasporalar olan ve Rodina olarak bilinen propaganda ve istihbarat merkezlerinin yerini alan ve onların misyonunu devam ettiren ‘yeni’ bir örgüt oldu.

Aslında ‘Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmek’ olarak karşılığını bulacak şekilde ‘anavatan’ için anavatan merkezli teşekkül edildi. Diasporanın ‘anavatanı’ Rusya’nın ismindeki cazibesiyle ve kutsallığıyla kimsenin tek laf söyleyemeden kendini adayabileceği ‘anavatan’ isimli havucuydu. Onun aracılığı ile ana vatana hizmet eden (ettiğini düşünen) aslında Rusya’ya hizmet edecekti. En azından birilerinin amacı buydu. Kalmık Yura ve Abrec Almir gibi geçmişine dair herhangi bir şaibe bulunmayan ‘vatansever’ kişilerin yanında Akbaşe Boris ve Hafıtze Muhammed gibi çok bilinen bazı isimlerden oluşan kadroları da soğuk savaş döneminin yöntemlerine aşina halleriyle tüm bunları teyit eder haldeydi. Sürekli bu gibi ithamların gölgesinde varlığını inatla sürdüren Dünya Çerkes Birliği’nden bahsediyoruz şüphesiz…

Çerkesler adına literatüre kattığı tek cümle “Rusya’nın çatısı altında birlikte yaşamak” olan bu örgütün yukarıda biraz da komplo olarak görülmeye müsait değindiklerimizin gerçeklerle ne derece uyumlu olup olmadığını bu güne kadarki yolculuğuna bakarak daha iyi anlayabiliriz.

İlk olarak 92’de patlak veren Abhazya-Gürcistan savaşında oynadığı pasif misyonu ile göze çarptı. Kuruluş amacına uygun olarak ‘derin’ kadroları özellikle Abhazya’ya en net desteği veren Basayev ve Yağan gibi isimleri tipik Rus söylemleriyle paralel olarak ‘aşırı’ ve ‘vahhabi’ olarak nitelendirdi. Diasporadan Abhazya’ya giden gönüllü destekçilerden şikâyetçi olduğunu da pek gizleyemedi. Savaş sonunda imzalanan anlaşmada Abhazya’nın ‘taraf’ statüde olmayıp yalnızca ‘mutabık’ kalması da bu kadroların pek hoşuna gitmişti.
Benzer bir tutum yine 95 Rus-Çeçen savaşı esnasında tekerrür etti. DÇB süreçte neredeyse tek bir laf etmeden işgali ve akabinde yaşananları onayladı. DÇB’nin aktif destekçisi konumunda olan bazı zevat Çeçenistan’da barışın tesisi için’ Rusya’nın bir an önce harekete geçmesi gerektiğini ifade etmekten de geri kalmadı.

Sürgünün 150. yılında, 150 yıl önce yaşananları aklar mahiyette “Rus-Kafkas savaşlarının bitişinin 150. yılı” gibi, oldukça cüretkâr bir çıkışla gündemimize bir kez daha geldi. Dünyada eşine pek az rastlanmış bir soykırımı sembolize eden tarih ‘Çerkesya’nın Rusya’ya gönüllü katılım tarihi’ olarak tezahür etti. En faşist Rus tarih yazıcıları bile muhtemelen bu kadar düşünceli ve hassas davranamazlardı.

2010 yıllarında Suriye’de patlak veren iç savaşta muhtaç duruma düşen Çerkesler için de sessiz kaldı. Hatta Rusya tarafından Suriyeli Çerkesler’in ana vatana kabul edilmediği ve kota uygulandığı açıkça bilindiği halde Rusya’nın bu konuda da elinden gelenin en iyisini yaptığını söyleyerek yine en iyi bildiği işi yaptı. Yani propaganda...

Tarih 2014 yılını gösterdiğinde Çerkes diasporası soykırım merkezi olan Soçi’de yapılacak Olimpiyatların gayriahlaki olduğunu anlatmaya çalışırken DÇB adeta olimpiyatların organizatörü gibi davrandı. Olimpiyatlar esnasında sorun çıkmaması için diaspora ile diplomatik ilişkilerin kurulması bile denendi. Yine DÇB’nin Türkiye’deki uzantısı Kaf-Fed de olimpiyatlar hakkında elle tutulur tek bir tutum sergilemedi. Tepkileri azaltmak için olimpiyatların başlamasına birkaç gün kala dostlar alışverişte görsün minvalinde muhalif bir çıkış yaparak ‘muhalefet’ kavramına yepyeni bir boyut kazandırdı.

Son dönemin en önemli olayı denilebilecek Soçi Olimpiyatları karşısındaki ‘misyonunu’ yerine getiren DÇB Kafkasya’daki faili meçhullere kurban giden Çerkes gazeteci aydın ve aktivistler konusunda da tek bir laf etmedi. Nasılsa huzurlu büyük Rusya’nın çatısı altında birlikte yaşamak en önemli misyonuydu bu gibi kayıplar bu ulvi amaç için normaldi.

2014 yılında bir grup aktivist Ukrayna’nın Çerkes soykırımını tanıması için başvuruda bulundu. DÇB buradaki rahatsızlığını da açıkça dile getirdi. ‘Batı’nın kendi emelleri için kullanılmaya karşı çıkmak’  gibi üstruplu bir gerekçeleri de vardı. “Çerkesler 3. ülkelerin oyunlarına gelmeyecekler”di. “Çerkes sorunu Rusya hukuku çerçevesinde çözülecektir” gibi bir cümle sarf ederek horozdan yumurta beklememizi de tavsiye etmişlerdi. Üstelik yüzyıllar önce gerçekleşmiş bir savaşta yaşananlar için bu günün Rusya’sını suçlamak pek de mantıklı değildi…

DÇB’nin son bombası tam da en başından beri dile getirilen propaganda ve muhbirlik iddialarını doğrular cinstendi. Rusya’da bir hibe programından da faydalanarak internette (Çerkes) milliyetçiliğine karşı mücadele etmeyi öngören bir proje girişimde bulundu. Projenin tam adı “İnternette etnik merkezci ideolojiyle bilgi aracılığıyla mücadele (milliyetçi organizasyonların propaganda faaliyetlerine karşı Rusya’nın Kuzey Kafkasya bölgesinde yaşayan halklar arasındaki hoşgörülü ilişkilerin güçlendirilmesi). Proje kabul edilmiş midir bilmiyorum ancak bu başvuru ile DÇB işini artık görünür bir şekilde resmileştirmek istediği anlaşılıyordu.

Sonuç olarak DÇB bu güne kadar görevini yapmıştır ve en iyi şekilde yapmaya devam etmektedir. Abhazya savaşında da Çeçenistan savaşlarında da Çerkes soykırımının dile getirildiği yer ve zamanlarda da ve hatta sanal dünyada da yaptığı iş propaganda ve muhbirlik olmuştur. Çerkes halkının en büyük kırılma anlarında toplumu hep maniple etmiştir. Artık hiçbir şekilde şaşırtmayan DÇB’nin sıradaki hizmetinin veya projesinin ne olacağını bilemem. Bekleyip göreceğiz.  Bilemediğim ve anlayamadığım bir diğer şey de 50 küsur dernekle çatı örgütü konumunda üstelik bir diaspora örgütü olan KAFFED’in DÇB ile devam eden organik bağı. Daha doğrusu 50 küsur derneğin tüm bunlara rağmen nasıl oluyor da elle tutulur bir tepki ortaya koymadıkları…





Yorumlar

Popüler Yayınlar