ÇERKES TOPLUMUNUN KISIR DÖNGÜLERİNE DAİR BİRKAÇ ÖZ ELEŞTİREL NOT


       Kısır döngü. Tekrar tekrar aynı ya da benzer yolların takip edilerek bir problemi veya problemler ağının çözülmeye çalışması, haliyle çözülememesi ve başlanan noktaya geri gelinmesi. Yani herhangi bir verim ve getirisi olmayan uğraşılar bütünü. Bir kedinin kuyruğunu yakalamaya çalışması ama bunu bir türlü becerememesi gibi.
       Çerkes toplumu olarak bizlerde bu "kısır döngü" kavramına örnek teşkil edebilecek o kadar çok davranışımız var ki, bizatihi kelimenin kendisini ele alırken dahi bunu görebilirsiniz. Çerkes nedir?, Çerkes mi, Çerkez mi, yoksa hiç biri mi?.. Oysa ki biraz düşününce, bunun ne önemi var? Takılıp kalmamız gereken nokta bu mudur? Bizim asıl problemimiz bu ve bunun gibi yapay konular mıdır? Enerjimizi bunlara mı harcayacağız?... gibi soruları sormadan edemiyor insan. Aşağıda, özellikle gençlere yönelik sosyolojik ve amatörce yapılmış bir gözlem neticesinde öz eleştiri mahiyetinde dipnotlamayı uygun gördüğüm birkaç “kısır döngü” var. Kısır döngü dediysek, bu kavrama da  takılıp kalmayın. Dediğim gibi, bu gözlemler amatörce yapılmış olup, herhangi bir bilimsel dayanağı yoktur. Arz ederim…

         
Herkesin ve her kesimin bağımsız hareket etme arzusu. Kendi tabirimizle “şhafit” (kafasına göre) davranma olayının çok olması.
          -Herkesin toplum içerisinde ön plana çıkma heves ve arzularından da kaynaklanan bağımsız hareket etme alışkanlığı tarihten bu güne toplumumuzun en büyük problemlerinden biri olmuştur. Kimilerine göre ‘doğal’ bir karakter olan ve ‘özgürlüğüne düşkünlük’ olarak yorumlanan bu durum, bizlere örgütlenmek ve beraber ve birlik olmak noktasında büyük zararlar vermektedir. Ve bunun diasporada olumsuz geri dönüşleri oldukça fazladır. 21 Mayıslarda, basit bir sürgün anma etkinliğinde bile en az 2-3 grup halinde hareket edilmesi esasında kabul edilemez bir tablodur. 1864 sürgününden bu güne neredeyse 150 yıl geçmiş olmasına rağmen bu trajediye dair kolektif ve etkili bir girişim şu ana kadar düzenlenememiştir. Yine son olarak hükümet tarafından yeni anayasa hakkında görüş istenmesi ile ortaya çıkan bu bölünmüşlük zaten bir avuç olarak nitelendirilebilecek toplumumuz için en büyük handikaplardan biridir. Bu bağlamda Türkiye’de ve hatta tüm dünyada yaşayan ve örgütlü haldeki tüm oluşumlar tek bir merkezde toplanmalı, ortak ve şeffaf bir yol izlenmelidir.
      Ayrıca toplumda elini gerçek anlamda taşın altına koyan/koymaya çalışan kimi insanımız da önce yaptıkları için takdir edilmeye bile gerek duyulmadan direkt olarak olumsuz eleştirilere tabi tutulmakta, insanların hevesleri kırılmaktadır. Yapılması gereken ise, iyi yapılanlar için takdir etmek ve desteklemek; varsa hatalı durumları, onlar için de yapıcı eleştirilerde bulunmaktır.
       
Kaşen şeşen mevzularından gündeme angaje olamamak.
        -En yoğun gündem maddeleri her ortamda bu konular olmakla birlikte toplum dışı evliliklerin giderek artması, bu mevzuların da istenen formatta olmadığını ve amaca hizmet etmediğini gözler önüne sermektedir. İki vaya daha fazla Çerkes genç bir araya geldiğinde, konuşabilecekleri, konuşmaları gereken ya da konuşmamız gereken başka konular da olmalıdır. Bazı konuları enine boyuna irdeleyip, gündeme dair, içerisinde bulunduğumuz duruma dair, dünyanın ve zamanın neresinde olduğumuza dair fikirler beyan etmemek, konuşmamak bizleri bazı gerçekliklerden uzak bırakacaktır. 
         
Kim Çerkes kim değil, kim Çerkes, kimin annesi Çerkes değil gibi basit mevzulardan bir adım sonrasına başka konular taşıyamamak.
          - 21. Yüzyılda, giderek küreselleşen ve sınırların kalktığı bir ortamda hala bu tür takıntılar içinde olmak kendi içerisinde bir paradoksu meydana getirmekte ve adeta havanda su dövülmektedir. Çerkes olmak insani anlamda kimseye bir üstünlük sağlamadığı ve sağlamayacağı gibi bunu seçmek de kimsenin tasarrufunda değildir. Öncelikle kişisel olarak övünülen kimliğine ve milletine, faydalı olacak şekilde kendini geliştirmek gayreti içerisinde olunmalı, kimliğinden değer devşirmeye çalışan değil, kimliğine değer katan bireyler olmak için çaba gösterilmelidir. Öyleki günümüz gençliği geçmişinin ekmeğini yemektedir. Milliyetçilik mefhumu gerekli olmakla beraber, kronik bir vak’a haline getirilmemelidir. Önemli olan bu duygu ve düşünceyi bilinçte yaşatmak ve gereğini yapmaktır.
        Aynı durum xabze yaşam biçiminin uygulanması noktasında da kendini göstermekte olup, bireyler birbirlerini xabze’ye uygun yaşamamak ve davranmamakla suçlarken, bu suçlayıcı tavrı gösteren kişiler aynı sorumlulukları kendilerinde aramamakta veya öne sürdüğü problemleri kendilerinde görmekten kaçınmaktadırlar. Herkes çeşitli aforizmalarla xabzeyi çok iyi bildiğini deklare ederken, aslında yine herkes bu yaşam biçimini çoktan geride bırakmış durumda görünmektedir.

   Sürgün olayının üstesinden gelinmesi ve konuşulması gereken son nokta olarak ön kabul haline getirmek. Bundan dolayı dünya konjonktürünü yakalayamamak.
 -Sürgün olayını en ciddi mesele haline getirip yıllardır aynı tür politik düşüncelerden dolayı söylemini yine bu noktada da ileri götürememek bir diğer problemdir. 1864 sürgünü dünya tarihinde yaşanmış en büyük trajedilerden biri olmakla beraber, 1864 yılına takılıp kalmak istenen amaca ulaştırmayacağı gibi, günümüz olay ve olgularından da bizleri koparmaktadır. Bilinmesi gereken bir gerçek de tarihin bu günden yazılabileceğidir…
      Zamanın ve değişen toplumsal ve nesnel şartların aşındırıcı etkisine maruz kalan her toplum, bu etkilere karşı “cevap mekanizmaları” geliştirmek zorundadır. Bu mekanizmalar ancak, değişen ve gelişen dünyada o toplumun ayakta kamasını ve çevresiyle uyum sağlamasını sağlar. Bunca zamandır bir ana dil adına dahi tek bir mekanizma geliştirilememesi yine buna bir örnektir. Neredeyse 150 önce yaşanmış ve dünya tarihindeki en büyük 5 soykırımdan biri olan 21 Mayıs 1864 trajedisi dünya kamuoyuna –ki bırakın dünya kamuoyunu, Türkiye’de bile bir iki tv kanalında haber yapılsa başarı olarak görülmektedir- yeterinde duyurulamamış ve taşınamamış ise bir yerlerde birtakım hatalar var demektir. Değişen esaslara değişmeyen tepkiler vererek bunca zaman geçirilmiş ve geçirilmeye devam edilmektedir.

         İçerisinde yaşanan toplumun siyasi, dini ve kültürel yapısını özümseyerek kendi insanıyla bu zeminden hareket ederek iletişim kurma veya kurmama.
    -Bu yaklaşım aynı zamanda sahip olunan kültür ile içerisinde yaşanan baskın kültür arasında gitgellerin yaşanmasına neden olmaktadır. Herhangi bir ortamda bir araya gelen soydaşlarımızın sohbetlerindeki esas muhabbet mevzuları genellikle Türk siyasi yapısı, dini meseleler veya bunlara benzer konular olmaktadır. Bu mevzuların konuşulduğu muhabbetlere farkında olunarak veya olunmadan, birbirlerini tanımak adına bir turnusol kağıdı vazifesi atfedilmekte, bu noktalarda ortak paydayı yakalayamayan soydaşlarımız asıl konuşulması gereken diyaloglara girmemektedir. Oysaki amacın araç haline geldiği böylesi durumlarda asıl konuşulması gereken, sahip olunan sosyo-kültürel değerler olmalıdır. Diğer farklılıklar ise anlayışla ve klişe tabirle zenginlik unsuru olarak karşılanmalıdır.

       Sanal âlemde kurulan iletişimin reelde bir takım nedenlerden dolayı kurulamaması.
     - Günümüzde özellikle internet ve diğer kitle iletişim araçlarıyla “çerkes” kimliği adı altında bir araya gelebilen soydaşlarımız aynı durumu gerçek hayatta sergileyememektedir. Bir araya gelebilmeyi engelleyen bazı günübirlik problemlerin dışında, bir araya gelebilen kişiler arasında da bir iletişimsizlik bazen göze çarpmaktadır. Tabiri caizse insanımız bir birine “hiyerarşik” bir bakış açısı ve tutumu ile yaklaşmaktadır. Birbirinin söylemini, fikirlerini, eğitimini, sosyal statüsünü vs beğenmemek, amiyane tabirle kimi zaman adam yerine koymamak zaman zaman karşılaşılan problemlerin biridir. Sıkça dile getirildiği ve inanıldığı gibi aslında insanlarımız arasında bir iletişimsizlik ve sosyo-ekonomik statüye dayalı bir ayrım yok değildir. Bir kısım insanımız adeta aristokratik ve entelektüel bir eda ile yaklaşım sergilerken, diğer kesim karşısında hâkim kültürün tabiri ile “avam” kalabilmektedir. Bu da aradaki iletişimi başlamadan bitiren bir durumdur. Bu durumun oluşmasında içerisinde yaşanan toplumun ‘insani’ ilişkileri etkili olurken, kendi tarihimizden de gelen bir alışkanlıktır. Dâhil olduğumuz sosyal yapı içerisindeki kent/köy, kentsel/kırsal gibi kavramlar ve bunlarla tarif edilen sosyolojik ilişkiler de bizim toplumumuza yansımış, ‘de facto’ olarak bir tür ‘köylü Çerkes’, ‘kentli Çerkes’ ayrımı da ortaya çıkmıştır. Hata bir takım zevatın dile getirdiği “beyaz Çerkes” adlandırması bu noktada aklımıza gelmektedir. Bu ayrım ve tutumlar da ilişkileri sosyolojik ve bireysel anlamda törpüleyen bir unsur olmakla birlikte, insanlarımızı birbirinden de soğutmaktadır.


Peki sonra ne oluyor?
          Her Çerkes gibi, hayatının belirli bir döneminde içi kıpır kıpır ve vatana millete kendini adamış bir teslimiyet duygusu ve aşkla yola çıkan gençler tüm bu süreçlerden geçip, elleri bomboş vaziyette yolun sonuna geldiklerinde önce büyük bir pişmanlık yaşıyor, sonra haykıramasa da içinden “bizlerden adam olmaz” diyerek hayıflanıyor ve bayrağı, yine aynı süreci yaşayacağından adı gibi emin olarak, ama yine de umudunu kaybetmeden bir sonraki jenerasyona devrediyor. Sonraki zamanlarda ancak belirli aktivitelere sırf kimlik adına veya özel başka nedenlerden dolayı katılıyor, bunun dışında günlük hayatına adapte olup ona devam ediyor. Ya da bu olanları beğenenler de hallerinden memnun ama haliyle bir sonuç da alamadan bu kısır döngüler içerisinde yollarına devam ediyor. Aralarındaki bağları koparmayan ve bir araya gelerek kimliğini ve kültürünü “sözde” yaşatmaya çalışanlar ise genelde birbirleriyle olan iş, ekonomik veya çıkar amaçlı değişik ilişkilerinden dolayı çoğunlukla, farklı ve daha başka amaçlar için kurulmuş ve farklı misyonlar için var olan dernek çatıları altında bu birliktelikleri sürdürüyor. Hatta bazen o kadar ileri gidiyor ki, sahip olduğu ve adına var olduğunu söylediği milletini kullanabiliyor!..Yani bunlar için de asıl amaç, araç olmaktan öteye geçemiyor.
Peki herkes mi böyle ve hep mi böyle oluyor?
Elbette hayır... 

Yorumlar

Popüler Yayınlar