5 Kasım 1977’den 5 Kasım 2012’ye…
Hepimizin bildiği gibi 5 Kasım
1977 tarihinde Ankara’da dernek binasında yapılan bir toplantıdan sonra buradan
ayrılıp evlerine giderken Tsey Mahmut Özden ve arkadaşları sokakta silahlı
saldırıya uğradı. Saldırı esnasında
orada bulunan herkes çeşitli yerlerinden yaralanırken Mahmut Özden kaldırıldığı
hastanede can verdi. Olayın ayrıntılarına internet kaynakları çeşitli başka yerlerden
ulaşılabilir.
Önceki haftalarda bu saldırıda
hayatını kaybeden Mahmut Özden anısına İstanbul Çerkes Derneği ev sahipliğinde
bir anma programı düzelendi. Yaşananların üzerinden yaklaşık 45 yıl geçmesine
rağmen, bu olay ilk defa dile getiriliyor ve anılıyordu. Bu ve bu gibi olayların neden şimdiye kadar
dile getiril(e)mediği sorusundan ziyade burada dikkat çeken nokta diasporanın
tarihsel belleği idi. O bellek yalnızca 21 Mayıs’a odaklanmamış yakın tarihi de
mercek altına almıştı. Bu menfur olayı gündeme getirenler ve tepki niteliğinde
bir anma programı düzenlemesine ön ayak olanlar 2-3 dönem sonraki nesiller
olmuştu.
Anma programına katılanlar dönemi çeşitli yönleriyle özetlerken, hepsinin üzerinde ittifak ettiği nokta bu saldırının yalnızca Mahmut Özden ve arkadaşlarına değil, tüm Çerkes toplumuna ve demokrasiye yönelik olduğuydu. Sonraki gelişmeler de bu görüşü kanıtlamıştı.
Ancak anma programının dikkatimizi
çeken başka bir yönü daha vardı. Katılımcılardan bazıları 45 yıl önceki durum ile bu
günü kıyasladılar. Aralarından bir tanesi de bu cinayetin ardından kaleme
alınan bir bildiriyle beraber o zamanki dernek kurumlarının birtakım
çalışmalarını içeren bir metin getirdi. Metin hem kendi toplumumuz hem içinde
yaşadığımız toplum açısından 45 yıl öncesi ile şimdinin karşılaştırma olanağını pratik olarak sunmaktaydı.
Eylül 1977 tarihli elimizdeki bu metin, o dönem gerçekleştirilen bir dizi toplantının içeriğinden oluşmaktaydı. Yaklaşık 15 dernek temsilcisinin
hazır bulunduğu toplantılardaki temel amaç bir federasyon oluşturmaktı. Bunun yanında gündem maddeleri genelde“ muhacerette
her geçen gün yok olan kültürel değerlerin korunması…” “tabana yönelik
çalışmalar içerisinde olmak…” “derneklerin mali durumlarını düzeltmeye yönelik
çalışmalar…” “dilin yok oluşunu önlemeye yönelik çalışmalar…” “kurumlar arası
dayanışmanın sağlanması…” gibi bu gün
hala önemini, sıcaklığını ve aciliyetini koruyan maddelerden oluşmaktaydı. Hatta öyle ki yine bu gün en yoğun tartışılan
konulardan biri olan “anavatana dönüş mü yoksa burada azınlık olarak varlığını
korumak mı” mevzusu da o günlerde toplantıların gündem maddeleri
arasındaydı. Yani 45 yılda toplumun
problemleri değişmemiş hatta her geçen gün artarak devam etmişti. 45 yıl boyuca zaman zaman kesintiye uğrasa da
tartışılan bu konuların tek bir tanesinin dahi çözüme kavuşturulamamış olması
oldukça düşündürücü bir tablo olarak karşımızda durmaktadır…
45 yıl önce ile bugünü içinde yaşadığımız toplumun siyasi ve sosyal paradigmaları açısından karşılaştırdığımızda da benzer tablo karşımızdaydı. Bu gün üzerinde
yoğun bir şekilde çalıştığımız konulardan biri olan “siyasal talepler ve haklar”
o gün de üst düzeyde dillendirilmekteydi.
Dahası ırk dil ve din gözetmeksizin tüm insanların ve toplumların her
türlü hak ve olanak eşitliğine sahip olmaları ifade edilmekteydi. Metinde
derneklerin demokratik arayışlar çerçevesinde yapmaları gerekenler şu şekilde
belirtilmişti: “T.C. yasaları ve uluslar arası anlaşmalardan doğan
demokratik haklarımız saptanmalı bu doğrultuda bir etnik grup olarak kamuoyunda
varlığımızın tanıtılmasına çalışılmalıdır.”
Yani bundan 45 yıl önce
yürürlükte olan 1960 anayasası bu gün yapılamayan ‘bir etnik grup olarak’ varlığın
kamuoyunda tanıtılmasını tartışmaya ve konuşmaya fırsat vermekte idi. Bu
tartışmaların yapıldığı bir atmosferden sonra 80 darbesi ve akabindeki
gelişmeler geldi… Özellikle son zamanlarda dillendirilen darbelerin memleketi
20 yıl geriye götürdüğüne dair düşüncelere katılmakla birlikte 20 yılı 45 yıla çıkartarak
bir kez daha darbelere lanet olsun diyorum…
Yorumlar
Yorum Gönder