Demokratikleşme Paketleri, 'Yetmez Ama Evet' ve '%50'
Demokratik Açılım
Paketleri
Hükumet tarafından sonuncusu
geçtiğimiz günlerde açıklanan demokratikleşme paketleri ile ülkenin
demokratikleşme yolundaki adımları devam ediyor. Gösterilen tepkiler de haliyle
fazla ve birbirinden çok farklı. Kimileri memnuniyetini ifade ederken kimileri
vatanın bölünmekte olduğunu dahi söylüyor. Kimileri ise paketlerden çıkanları
yetersiz bulup aynı zamanda atılan adımların farklı nedenlerden olduğunu ifade
ederek hükumetin bu konuda samimi olmadığını ve 90 yıllık temel politikalardan
vazgeçilmediğini, AKP’nin klasik devlet refleksleri ile hareket etmeye devam
ettiğini dile getiriyor. Hepsinin kendilerine göre haklı gerekçeleri var…
Ben bu reformların ne devlet için bir zaaf
doğuracağını ne de hükumetin samimi olmadığı yönündeki eleştirilere
katılıyorum. Memleketin bölüneceği türküsü yıllardır özellikle belirli
kesimlerin ağızlarında dolaşır durur. Zira aynı zihniyet bundan uzun olmayan
bir süre önce mesela çocuklara Kürtçe isim verilmesini dahi memleketi bölecek
bir adım olarak değerlendirmekteydi. Hala öyle…
Hükümetin samimi olmadığını
düşünen hızlı devrimcilerin ve hard özgürlükçülerin ise kavrayamadığı bazı
şeyler olduğunu düşünüyorum. Birincisi, yapılan yenilikler hiç de öyle azımsanacak
şeyler değil. Her ne kadar özellikle ‘yeni nesiller’ için bir ‘yenilik’ ifade
etmeyen adımlar olsa da bu gün yapılanların, 10 yıl önce konuşulmasının dahi
önemli problemler teşkil edebileceği karşı tezini idrak edilebilmesi gerekir. Vesayet
rejiminin epey geriletilmiş olması filan bir yana, sadece ‘Andımız’ın
kaldırılması dahi 85 yıl Kemalizmin tornasından geçmiş bir toplumda ‘devrim’
olarak zikredilmeyi hak etmekle beraber bu sürecin nerelere ulaşabileceği
hakkında da ipuçları vermektedir. Yanlış anlaşılmasın, şeriat gelecek filan
demiyorum. Şayet hükumet hala klasik devlet refleksleri ile hareket ediyor ve
bu adımları atıyorsa kendi kendini yok ediyor ve bundan haberdar değil
demektir.
Bu noktada fark edilmesi gereken
bir diğer husus da bu adımların önemli bir kesime ‘rağmen’ atıldığıdır. AKP’li
olup adımları desteklemeyen veya CHP’li olup destekleyenler gibi karşılıklı geçişleri
saymazsak bu kesim kabaca 3 kısımda değerlendirilebilir. Bu kesimlerden biri
siyasal zeminde MHP’nin temsil ettiği milliyetçi kanattır. ‘Bölücülük’
eleştirilerinin yükseldiği bu kanat Türkiye’de yaklaşık %15 oranına tekabül
eder bu azımsanmayacak bir orandır. Nitekim genel başkanları Devlet Bahçeli
iktidar olduklarında Andımızı tekrar getirecekleri taahhüdünü verdi bile.
Bir diğeri CHP’nin temsil ettiği
ulusalcı kanattır ve oranı yine az değildir. Ülkeyi yıllarca de-facto olarak yöneten
sermaye sahibi ‘seçkin azınlık’ da buranın hemen yanı başında karşımızda
durmaktadır.
Sonuncusu da AKP içinden çıkan
itirazlardır ki AKP’nin bu adımları atarken dikkate aldığı başat unsurlardan
biri ‘oy’dur. Hükümet bunlara ‘rağmen’ sözünü ettiğimiz bu demokratikleşme
adımlarını atmaktadır. ‘Muhafazakâr’ bir siyasi yapıyla var olan AKP’nin bu
adımları bu kimlikle atması ise kendi tabanında reformların kabulünü
kolaylaştırmıştır. Ve en önemlisi de bence budur. Normalde ikna edilmesi kolay
olmayan ve oranı yaklaşık %50 olan seçmen kitlesi Ak Parti’nin bu kimliği ile
Türkiye’de değişimi isteyen ve değişimin öncüsü konumuna gelmiştir. Başbakan
tarafından sürekli ifade edilen ‘halk’ vurgusunu anlamlı buluyorum. Zira halka
rağmen bu reformların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Halka rağmen
yapılacak işler Kemalist devrimlerin birçoğunda olduğu gibi ülkenin ve milletin
üstünde sürekli bir yama gibi kalacak ve asla millet tarafından içselleştirilemeyecektir.
Bundan dolayı atılan adımların çoğunluk tarafından özümsenmesi önemlidir.
Diğer taraftan Kürt kanadının
itici bir unsur olduğunu da eklersek gözetilmesi gereken önemli bir ‘denge’nin
söz konusu olduğunu görürüz. Ancak her şeye rağmen hükümet 10 yıl önce ülkenin
kaldığı yerden devam edip ne ‘çözüm süreci’ ne de ‘demokratikleşme süreci’ gibi
işlere kalkışmadan da pekâlâ yoluna ve iktidar olmaya devam edebilirdi…
%50
%50 ifadesini kullanmışken bunun
üzerinde de biraz durmak istiyorum.
Başbakanın Gezi Parkı olayları
sırasında ‘evde zor tutuyorum’ demesiyle gündeme oturan ve özelde AK Parti’nin seçmen
tabanını ifade eden bu oran, kimilerine göre memleketin ‘cahil’, ‘bidon kafalı’
ve ‘çoban’ kesimini temsil ediyor. En son ‘hülooogg’ şeklinde ‘zeka’ fışkıran ve
alışıldık alaycı bir üslupla tarif edilen bu %50 acaba gerçekten tarif edildiği
gibi mi? Ya da bu kesimi jakoben bir tavırla tanımlayanların kendileri acaba ne
durumda?
Mesela halka üstten bakan bu
seçkin azınlık 85 yıldır ülkeye dayatılan ve kimi uygulamaları ile Nazi
uygulamalarını aratan Kemalist ideolojiyi benimseyenler iken ‘cahil’ dedikleri
kesim akıllara zarar bu ideolojiyle mücadele eden ve bu günkü reformları
gerçekleştiren kesim değil mi?
Bu sözüm ona söz konusu ‘aydın’
ve ‘okumuş’ kesim yine aynı Kemalist ideolojiyi çok akıllı oldukları için mi bu
kadar benimsemişler ve içselleştirmişlerdir? %50’lik bu ‘cahil’ kesim nasıl
oldu da bunca dayatmaya ve yalana rağmen tek tipleştirici bu köhne ideolojiyi
bir türlü benimseyemedi? Onları ikna etmek ve inandırmak kolay olmalıydı oysa…
Yine vesayet sistemini sahiplenen
ve cansiperane müdafaa edenler halkı ‘cahil’
olmakla itham eden kesimler iken, statükoyla en büyük mücadeleyi verenler %50’lik ‘cahil’
kesim değil mi? Bu nasıl cehalettir?...
'Aydın' kesim bunun cevabını 'Din'den öteye taşıyamadığı sürece cevaplar ve konumları standart kalacaktır.
Aydınlık yarınlar sloganıyla hep
akıldan ilimden, teknolojiden ve 'sorgulamak'tan dem
vuranların sorgulanacak ve üzerinde düşünülecek olanları da bizzat kendilerinin
göstermeleri gerçekten akıllıca. Ancak sloganlarla süsleyerek ikame ettikleri
ideolojiyi ve değerleri sorgulamak yasak! Ve yine de ‘düşünce özgürlüğü’ bu
ideolojinin olmazsa olmazı. İnsanları ya ‘yeni’ değerleri yüceltmeleri ya da susmaları
seçenekleri ile baş başa bırakan bu zihniyetin susanları ‘cahil’ ilan etmesi
anormal olmasa gerek…
Ve son olarak devam edecek tüm bu
reformların her şeyin açıkça konuşulacak bir ortamın oluşturulmasıyla toplum
nezdinde sağlam bir zemin bulduğunu ve böylece gerçekleştirildiğini de bilmek
gerek. Düşünce özgürlüğü yeni yeni anlam kazanmaya başladı. ‘Devrim’ aslında gerçekten
iddia edildiği gibi bizzat halk tarafından konuşularak gerçekleştiriliyor…
Yetmez ama evet
Yapılan –bana göre çok önemli-
reformlardan sonra genelde AKP tabanı tarafından verilen tepkilerin başında bu
ifade yer alıyor. Zıt kutuplardan AKP’nin karşısında olan kesimler tarafından
ya vatan hainliği ile ya da idare-i maslahatçı bir yaklaşım olduğu gerekçesi
ile sert bir dille eleştiriliyor. Kimi zaman da ifade, söyleyenlerce
anlaşılamamış ezbere bir tepki olduğu yaklaşımı ile alaycı bir üslupla
itibarsızlaştırılıyor.
Burada aşırı milliyetçi kesimin
gösterdiği refleksler düşünce yapıları itibariyle bir şekilde anlaşılabilir.
Ancak daha fazlasını talep edenlerin genelde AKP’nin istese daha radikal
adımlarla her şeyi kökten çözebileceği gerekçesiyle eleştirmelerini anlamak
biraz güç. Burada gözden kaçırılmaması gereken bazı noktalar var. Bunların ilki,
milliyetçi tonların da hatırı sayılır derecede yer aldığı kendi (%50) seçmen
tabanının da ikna edilmiş olup bu reformlara ‘Evet’ demesi. Dahası, ‘yetmez’
vurgusuyla bu reformların yeterli olmadığını ve daha fazlasının yapılması
gerektiğini de belirtmesi. Yani aslında bu noktada eleştiren ‘özgürlükçü’
kesimlerle paralel düşünmelerine karşın daha temkinli ve dengeli bir
ilerlemeden yanalar. Peki, bu durumda ‘özgürlükçü’ kanadın, belki farkına
varmadan aşırı milliyetçi ve/veya ulusalcı kesimin tavrını takınmaktansa,
‘yetmez ama evet’ demeleri gerekmez mi? Reform yapanın ‘iktidar’ olması bunun
için bir engel olmalı mı?...
Not: Sürecin eleştirisi de bir
başka yazıda yapılacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder