Çalıştay vs...


     Önceki hafta “Çerkes Hakları İnisiyatifi” diye bilinen oluşum Kocaeli/ Derbent’te "Çerkes Çalışayı" düzenledi.  Bu çalıştay devlet eliyle değil, özel bir takım girişimlerle yapılmasının yanında aynı zamanda bir ilkti. Çalıştay, akademisyenler, gazeteciler, m.vekilleri ve çeşitli aydınların da yer aldığı geniş bir katılımla gerçekleşti. Akabinde özellikle Çerkes toplumunun gündemine oturan çalıştay, Türkiye medyasında da epey yer buldu. Yani istenilen ses, istenildiği kadar oldu mu bilinmez ama, bir şekilde duyurulmuştu.
      Lakin gelin görün ki, bunca insanın katıldığı çalıştay toplumun neredeyse hiçbir kesimini memnun edemedi. Buna haliyle özellikle milliyetçiler, solcular, sağcılar, orta yolcular filan herkes dâhildi.  İçerisinde yaşadığımız toplumun yıllardır inşa edilmiş zihinsel kurgusuna baktığımızda bu durum anlaşılabilirdi. Ancak ortada anlaşılmakta güçlük çekilen oldukça dikkat çekici bir durum daha vardı. Tıpkı toplumun neredeyse hiçbir kesiminin memnun kalmaması gibi bu çalıştaydan Çerkes toplumunun önemli bir kesimi de memnun kalmamış, hatta çalıştayı düzenleyenlere ateş püskürmekteydi.  Sırrı Süreyya Önder ve Rojin gibi isimleri görenler, “bölücülerle işbirliği” ile, Abdurrahman Dilipak ismini görenler “gerici zihniyetle işbirliği" ile, Ufuk Uras gibi isimleri görenler “solcularla işbirliği yapmak” ile ve birileri de KAFFED’e atıfta bulunarak kendi içerisinde toplumu bölmekle suçlamaktaydı. Tepkileri ve birbiriyle zıt durumdaki nedenlerini gördüğümüzde bu tablo karşısında bir açıklama getirebilmek zor. Kullanılan ifadeler de bir o kadar muğlak. Ancak normal şartlar altında başka şeyler için ihtiyaç duyulan toplumun her kesiminin bir araya gelmesi durumu, çalıştaya ateş püskürmek konusunda gerçekleşmişti ve bu hayret vericiydi. 
        Çalıştaya katılan isimlere bakılarak gösterilen bu tepkiler aslında birçok şeyi de anlatmaktaydı bizlere.  Yıllardır memleket sınırları içerisinde yaşayan insanlara dayatılan çeşitli ideolojiler insanların zihinlerini köreltmiş, onlara kim olduklarını unutturmuş, tüm farklılıkları neredeyse yok etmişti. Yine yıllardır “çeşitlilik” ve “mozaik” gibi kavramlar ile üzerine şerbet serpiştirilen "toplumun çoğulculuğu" inceden inceye öğütülmüş, yerine, dayatılan bu ideolojileri düşünmeden, belki düşünmeye fırsat bulmadan içselleştiren ve özümseyen bir kitle meydana gelmişti, gelmeye devam etmekteydi. Sistemin ortaya çıkarttığı bu zihniyet, aynı zamanda yeri geldiğinde gösterilecek refleksler olarak kınından çıkartılacak “bölünmek” gibi çeşitli paranoyalar ile de donatılmıştı. Çerkes toplumu açısından bunların yanında bir de kendilerine gösterilen sözde itibar ve güvenin bu tür çıkışlarla asla zedelenmemesi gerektiği düşüncesi de bir köşede mevcuttu.  Evet, altı bin yıldır var olan kendi dilini ve kültürünü yok olmaktan kurtarmak amacıyla çalıştay gerçekleştiren bu insanlara gösterilen tepkinin başka açıklaması yoktu ve bu durum kraldan çok kralcılığı da andırmaktaydı.
        Bir faydası olur mu bilinmez ama yine de belirtelim ki; öncelikle bu çalıştay “demokratik açılım süreci” kapsamında devlet tarafından gerçekleştirilmeliydi. Ve bunun için geç kalınmıştı. Zira memlekette yaşayan diğer azınlıklar ile oluşturulacak bir ortak hareket zemini bu açılımın da en iyi şekilde yürümesini sağlayacaktı. Açılımı çeşitli nedenlerden dolayı yalnızca Kürt halkına yönelikmiş gibi olan imajından kurtardığı gibi, bu noktada Kürtleri de özellikle bir takım ırkçı kesimin hedef tahtası haline getirmekten kurtaracak ve çalışmalar daha kapsamlı bir destek ile ilerleyecekti.
       Yine zorunlu olarak ifade edilmelidir ki, bu çalıştaya toplumun her kesiminden insan katılmıştır. Sağcısından solcusuna, Türkünden Kürtüne, siyahından beyazına her kesimden insanın katıldığın bu çalıştaya tek yönden bakarak eleştiri yağmuruna tutmak doğru ve mantıklı değildir. Bizlerin bu topraklarda yaşayan hiçbir toplumla problemi olmadığı gibi, bir toplumun her bireyine de aynı muameleyi yapamayız.  Ve ne yazık ki aynı durum kendi toplumumuz için de geçerlidir. Hiç birimiz mükemmel değiliz ve hepimiz iyi niyetli olmayabiliriz… Hele hele demokrasiyi ve uzlaşıyı bir kültür haline getirmiş bizlere, ayrıştırma ve ötekileştirme gibi hareketler hiç yakışmamaktadır.
      Çalıştaya katılanlar ve başka kesimler, Kürt hareketi ile Çerkesler’in taleplerinin birbirinden faklı olduğunu, ikisinin bir birine karıştırılamaması gerektiğini ve aynı kefeye konulmaması gerektiğini her fırsatta dile getiriyorlar. Bunu hepimiz de dile getiriyor ve bu benzetmelerden de oldukça rahatsısız. Ancak bu, bir halkın tamamını karşımıza almamızı ve "gerektiğinde" onlarla çalışmamızı engellemez. Aynı şekilde "gerektiğinde" her siyasi parti ile çalışılabileceğini sağır sultan öğrendi biz öğrenemedik. Bu ayrımın farkına kendi toplumumuz bile varamazsa, özellikle niyeti farklı olan kesimler ve başkaları nasıl varacak?.. Bizler artık Elbruz dağının eteklerinde kendi öz gelenekleri ile hayatlarını idame ettiren dünyanın başka yerlerine kapalı bir ilk çağ kabilesi değiliz. Tam tersine, tüm dünyada olanlar bizleri ilgilendirmekte. Diasporik toplumlar olarak siyaseti de en iyi şekilde öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir. 
     Sonuç olarak yapılan bu çalıştayı hedefinden saptırarak başka zeminlere kaydırıp tartışma konusu haline getirmek ve eleştirmekten ziyade, öncelikle yapılmak isteneni görmeli ve buna kilitlenmeliyiz. Faydalı ve gerekli olduğuna inanırsak o veya bu demeden desteklemeli, tersini düşünürsek gerekli uyarıları yapıcı  ve onarıcı ancak kırıcı olmadan kültürümüzün gerektirdiği şekilde yapmalıyız. Her şeyin ve herkesin karmaşıklaştığı bir devirde başka ölçütümüz de yok sanırım. Çalıştaya katılanlar yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya olan bir dilin ve kültürün yaşatılması için pozitif ayrımcılık istemekte, bu bağlamda tv ve dil dersleri gibi şeyleri talep etmektedir.  Ve bu, hukuki, demokratik ve barışçıl bir zeminde talep edilmektedir. Yok olmak üzere olan bir kuş türünün yaşatılması için bile tüm dünyanın seferber olduğu bir zamanda, bir dili yaşatmak için yapılan bu girişimlerin neresi yanlıştır…  Şayet bu ve benzeri çalışmaların amacının çok daha farklı olduğu anlaşılırsa o zaman gereken tepki gösterilir, sesler o zaman yükseltilir. Yoksa bu çıkışlar niyet okuyuculuğundan öteye geçemez...

Yorumlar

Popüler Yayınlar