Gidişat
Söylediklerinize dikkat edin düşüncelerinize dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür...
(Mahatma Gandhi)
Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür...
(Mahatma Gandhi)
Son yıllarda toplumumuz açısından oldukça hareketli günler yaşanmakta. Değişen konjonktürel şartların etkisiyle
henüz tam olarak tanımlanamayan bir “demokratikleşme” sürecine girilen
ülkemizde yeni anayasa hazırlıkları devam etmekte. Ülkenin değişik yerlerinde
hemen her gün yeni seminer ve konferanslar gibi etkinliklerle değişik stk’lar sürece
dâhil olmaya ve katkıda bulunmaya çalışmakta. Özellikle yıllarca ötelenmiş ve
ötelenmekte olan azınlıklar, sözünü ettiğimiz sürecin an aktif unsurları. Bu ötelenmişliğin
ve yok sayılmışlığın sona erdirilmesi, hakları olduğuna inandıkları bazı şeylerin
yeni anayasada kendilerine iade edilmesi ve geçmiş zamanlarda gasp edilmiş haklarının
iadesini istemekteler. “Hak” kavramı somutlaştırılabilir tabi.
Bahsettiğimiz sürecin aktörlerinden biri de Çerkes toplumu olarak
bizleriz. Yukarıda değindiğimiz sürecin başlangıcına kadar muhtemelen
içerisinde yaşanılan toplumun en az yarısı tarafından ya hiç bilinmemiş/tanınmamış
ya da yanlış bilinmiş/tanınmış olabilecek kadar o toplumla bütünleşik bir
vaziyette yaşamış, o toplumun her şeyini adeta içine çekmiş bir toplum olarak Çerkesler
için bu süreç hiç kolay başlamadı ve kolay da devem etmiyor.
Girişilen süreçte öncelikle adeta yekvücut olunmuş yerel toplumdan, en
azından bazı yönleri ile farklı olduğunu kabul ettirmek dahi bir problem. Bu tablo
işin belki de en sancılı ve uzun yönü. Ancak üzerinde duracağımız mevzu bu değil.
Sözünü ettiğimiz uzun ve meşakkatli yolda Çerkes toplumu adına hareket
etmek ve bir tür “sözcü” olmak adına birilerinin bu işin altına girmesi
gerekiyordu. Bu toplumu temsil edecek kişi veya kurumların, bir taraftan temsil
edilen “taban” ile anlaşmaları ve onları ikna etmeleri, diğer yandan uzun ve
zor, bir dizi diplomatik ve bürokratik iş ile meşgul olmaları gerekmekte idi.
Açıkçası böyle bir görevi üstlenip yola çıkmak epey zor olmalıydı. Ancak hal böyle
olsa da bu “ağır” sorumluluğa epey talip çıkmış durumda.
Bir yanda Çerkes toplumunun en üst yapı organı olan KAFFED.
Diğer yanda bu sürecin bir fırsat olarak kullanılması gerektiği söylemi ve
bir yerlerden icazet aldıklarına inandıkları “kurum”ların bu işi yürütemeyeceği
inancı ile ortaya çıkmış başka sivil toplum kuruluşları.
KAFFED 60 kadar derneğin çatısı konumunda. Yani nereden bakarsanız bakın, bu kurumun Çerkes toplumunun en meşru ve kapsayıcı temsilcisi olduğu inkâr
edilemezdi. Amma ve lakin, KAFFED toplum adına cesurca ve
tavizsiz bir biçimde hareket edebilecek kabiliyete ve alana sahip değil
denmekteydi. Ve eğer böyleyse dahasını konuşmaya bile gerek yoktu. Hem zaten bu
zamana kadar izlediği mutedil politik duruşu da bunu kanıtlar nitelikteydi.
Diğer taraftan bahsettiğimiz STK’ların ise en azından bir yerlere
bağlı olmamanın verdiği rahat bir alanda hareket edebilme lüksü ve yine KAFFED’in
bıraktığı bu mühim boşluğu doldurmak gibi bir şansları vardı. Onlar “bağımsız”
idi. Onlar kimseye karşı sorumlu olmadan “hesap sormaya” gelmişlerdi ve hakları
olan bu fırsat onlara verilmeliydi. Zaten verilmese de alacaklardı.
Zaman geçti, bu kurum ve kuruluşlar toplumun da gözleri önünde,
gelinen noktadan yol almaya başladılar. Yavaş yavaş görünür oldular, sesleri
çıkmaya başladı. Bazen meydanlarda göründüler.
Söylendiği gibi de oldu. KAFFED o bilindik “uyuşuk” yapısını devam
ettirdi. Vizyonsuz ve misyonsuz bir şekilde bilinmedik rotasına devam etti.
Onun pasifliği ve sözüm ona bağımlılığı, toplumu hakkıyla temsil edememesi
irili ufaklı bir sürü enformel grubun ortaya çıkmasına neden olmuştu ve olmaktaydı.
Bunca kurumu teorik olarak bir araya getirebilse de pratikte toplumu kucaklayamadı,
bir araya getiremedi, ortak bir yönde kanalize edemedi. Bunca zamandır elde bir
şey yoktu işte…
STK ile kastettiğimiz “ÇHİ” (Çerkes Hakları İnisiyatifi) ise kimseyi
dinlemeden ama ‘halkı’ dinleyerek, kendi tabirleri ile “halk hareketi” olarak
yoluna devam etti. Her ne kadar 60 kadar dernek KAFFED tarafından temsil edilse
de, bu kurum ülkenin en köklü en kapsamlı kurumu olsa da, kafasına göre hareket
edemeyeceği ve bir yerlere karşı sorumlu olduğu bilinse de, muhatap alınabilecek en güçlü kurum olsa da,
bu kurumda bulunanlar yıllarını ve her şeylerini bu uğurda feda etmiş olsalar
da, o fırsat bilip de ortaya çıktıkları süreçten çok daha önce uzun süre en
zorlu zamanlarda bu toplumun güzide kurumları olarak toplumu yıllarca temsil
etmiş olsalar da, sonuçta ortada bir şey yoktu…
Karşılıklı bu tarz söylemlerle devam eden bu süreçte temel amaç bir
anda unutuluverme eğilimine girdi, birbirlerini yine kendi ifadeleri ile “ötelemeye”
ve “yok saymaya” başladılar. İki tarafın da heybesinde üsturuplu cümleler, çevresinde yeterli düzeyde "güçlü" destekçileri vardı. Bir dolu lafı birbirlerine ederken aynaya bakmayı
unuttular. Olay bir anda farklı fikirlerin yarıştığı “demokrasi” kavramından
uzaklaşıverdi. Kim olduklarını, asıl amaçlarının ne olduğunu unutuverme
noktasına gelip, birbirleriyle rakip partilermiş gibi hareket etmeye başladılar.
Neredeyse bire bir aynı söylemlerle “toplum için, toplum adına” var olduklarını
birbirlerine deklare ederlerken, toplumun kendisini göz ardı ettiler. Öncelikli arzuları
“birlik ve beraberlik” olan bu güzide toplumun makul ve masum isteklerine yine “toplum
adına” dinamit koydular. Gelinen noktada henüz şirazesinden çıkma aşamasına
gelmemiş olsa da, yine de “gediğine koyulan laflarla” birbirlerine yakışıksız
söylemlerde bulunmaya başladılar. Buna bahsettiğimiz irili ufaklı diğer
enformel gruplar da dahil olmaya başladı.
Oysaki herkes bir kez olsun aynaya baksa, birbirlerine ne kadar
benzediklerini görecekler, öncelikle adına hareket ettiklerini söyledikleri o
toplumun masum ama hayati isteklerini yerine getireceklerdi. Yani o “tek amaç”
için beraber hareket edilmesi gerektiğini, bu yolda herkese ve gerektiğinde her
yönteme ihtiyaç duyulabileceğini, bundan dolayı kimseden vazgeçilemeyeceğini,
zaten bir avuç olan insanımızın daha fazla bölünemeyeceğini görürlerdi.
Eğer bu tutum ve söylemler devam ederse, Gandi’nin deyişi ile buna dikkat
edilmezse, bu iş artık bizim “kaderimiz” oluverip çıkacak. O zaman gerçekten,
başkasının yok saymasına ve ötelemesine gerek kalmadan, birbirini yok sayan ve dolayısıyla, tersinin olması için mücadele ettiğimiz halde, yok olan bir toplum olarak tarihin tozlu raflarında yerimizi
alacağız demektir. Şimdilik kaderimiz kendi ellerimizde. Ama bu gidiş, gidiş değildir...
Yorumlar
Yorum Gönder