Gitmek mi Zor, Kalmak mı?..
Son zamanlarda Çerkes toplumunda epey hareketlilik yaşanmakta. Bu
hareketlilik genelde söylem bazında insanların ses seviyelerini yükseltip
alçaltmaları şeklinde ilerlerken, göreceli olarak daha dar bir alanda değişik eylemlerin ortaya konduğu da görülüyor.
Tartışmaların, konuşmaların, eylemlerin, kısaca tüm
hareketliliklerin temel çıkış noktası aynı. En azından biz öyle düşünmek
istiyoruz. Çerkes kimliği üzerindeki yıpranmalar, deformasyonlar, adeta yok
oluşun eşiğine gelen bu kimliğin yaşatılması için yapılanlar, yapılması
gerekenler veya yapılamayanlar... Herkesin hassasiyetinin yoğunluk noktası ve
düşünce koridoru birbirinden farklı.
Herkes kendine göre doğruları belirlerken ve bunları savunurken,
başkalarının doğrularını da kedine göre şekillendirmeye çalışmakta. Atılan veya atılacak her adım tüm toplumu
ilgilendirdiğinden, herkes birbirine müdahale hakkını kendinde görmekte. Bunca
şey konuşulurken, ortay çıkan kargaşa ve anlaşmazlıkların nedeni de aslında bu. Olay bir anda karşılıklı fikir alışverişi
noktasından uzaklaşıp, birbirini suçlayıcı ve öteleyici bir zemine kaymakta. Bu
da içinden çıkılmaz bir hale gelip, esas problemleri gözden kaçırarak, bütün
fikirlerin havada aslılı kaldığı, faydasız ve sonuçsuz, bir tür havanda su
dövme işine dönmekte. Yani sonuç olarak herkesin üzerinde bir şeyler söyleme
hakkını kendinde bulduğu belirli bir problem var ama, bunun çaresi ne?..
Değişen zaman ve şartların bu hareketlilikteki payı
yüksek. Evveliyatı bir iki-üç yıl öncesine
dayanan birtakım siyasi çalışmalar, değişen bu şartlarların verdiği imkânlarla
başladı ve devam ediyor. Şu ana kadar gelinen süreçte bu hareket toplumun
tamamına veya büyük kesimine ulaşmadı ama yine de önemli. Özellikle belirli bir kesimde yaşanan
hareketliliklerin bu çalışmalarla ivme kazandığını söyleyebiliriz. Ses çok olunca çözüm adına ortaya atılan
önerilerin ana koordinatları bile epey fazla. Ama birisi eylem bazında, diğeri
yoğun bir tartışma ortamında devam eden bu çalışmaların iki yönü üzerinde
durmak, sanırım bizlere bir farkındalık kazandıracaktır.
Anavatandan
sürüldükten beri, her dönem gündemimize olan bir ikilem var. Geri dönüş mü,
yoksa kalmak mı? Aslında bunun cevabı 148 yılda giderek evrilerek
değişti. Dönmek ve kalmak şeklinde birbiriyle zıt oldukça zor bir tercihi
önümüze seren bu iki farklı durum bizler için iki farklı yol ve gelecektir. Aslında
gelecek geldi ama konu gündemden hiç düşmedi.
Ortada bulunan görüşün ilki yukarıda değindiğimiz problem
alanının, yani büyüklerimizin deyişi ile “Çerkes kalma“ mücadelesinin ana
vatanda nihai bir sonuna ulaşabileceği görüşüdür. Bu düşünce etrafında birleşenler diyor ki,
eğer dünya sahnesinde Çerkes olarak varlığımızı devam ettirmek istiyorsak,
tahayyül edeceğimiz geleceğimizin yönü ana vatana dönük olmalıdır. Bunun
dışındakiler afakî bir çabadan ibarettir. Başka baskın kültürlerle, dillerle,
milletlerle bir arada varlığını devam ettirebilmek mümkün değildir. Bizler
ancak kendi vatanımızda, kendi insanlarımızla, kendi kendimize var olabiliriz…
Diğer görüşü benimseyenler ise anavatana dönüşün günümüz
şartlarında mümkün olmadığını, dolayısıyla var oluş mücadelesinin diasporada
yürütülmek zorunda olduğunu ifade etmekteler.
Dünyanın ve şartların değiştiğini, giderek daha demokratik ve eşitlikçi
anlayışların dünyaya hâkim olduğunu/olacağını,
bu mücadele zemininin giderek daha da olgunlaşacağını öngörmekteler. Ve ek
olarak dünyada sınırların giderek kalktığını, kimliklerin giderek homojenleştiğini,
anavatana dönmek isteyenlerin de elbette
dönebileceklerini, ama bugün şartlar olgunlaşsa dahi anavatana dönmek isteyip
döneceklere dair sayıca yeterli bir yaklaşımın olmayacağını söylemekteler.
Şahsi kanaatim kısa vadede ikinci görüşten yana. Zira bugünkü
şartlarda dönüşün kısıtlı da olsa bazı imkânlar çerçevesinde mümkün olmasının
yanında, dönenlerin de umdukları bir anavatanla karşılaştıkları pek söylenemez.
Zaten dönmek isteyenleri yoldan çeviren de olmadı şu ana kadar. Yine günümüz
şartlarında yeni bir Çerkesya inşa etmek ise, bırakın tüm dünyadaki
Çerkesler’i, tüm Kafkasya toplumlarını istisnasız bu yolda kanalize etseniz
dahi mümkün değildir.
Mevzu somut olarak tartışılabilir, konuşulabilir, her iki
durumunda artıları eksileri masaya yatırılabilir. Ancak bu hassas konu hakkında
ortaya konulan somut eylemlerden ve ehil kişilerin düşüncelerinden ziyade, dediklerini kulakları duymayan kişilerin sınır tanımayan söylemleri dikkatimizi çekmekte. Zira bu noktada dikkatimizi
çekecek bir eylem zaten yok… Duygusal ve hamasi soslarla paketlenip toplumun en
zayıf noktasına sunulmaya gayet müsait bu konu insanlarımızın önüne getirilip
konulmakta. Günümüzde bu git-gel arsında
konuşurken aralarındaki hassasiyet farklılığından kaynaklanan çekinceli
söylemler oluğu gibi, alabildiğine serbest ve pervasızca konuşanlar da ortaya
çıkmakta.
Mesela, sözüm ona anavatan aşkıyla yanıp tutuşan, gitmekten
yana tavır alan ve klasik vatan-millet edebiyatıyla siyaset üretenlerin geniş
bir hareket alanları vardır. İstedikleri kadar seslerini yükseltebilirler,
bağırıp çağırabilirler. İstedikleri kadar hamaset yapma imkânları vardır.
Samimiyetleri sorgulanamaz çünkü hedef ve söylemler nettir, bir nevi kutsallık
izafe edilmektedir. Başkalarını kolayca
vatan-millet düşmanı ilan edebilir, en kesif cümlelerle saldırabilirler. En
büyük artıları ise bu ulvi davada kendileri için öngörülmüş bir zaman dilimi
yoktur. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa diğer gün. Kendileri olmazsa çocukları,
olmazsa torunları, gelecek yüz yıl, iki yüz yıl… Sorgulanamazlar. Zira kadim milletin sürüldüğü topraklara
sahip çıkmak kimsenin itiraz edebileceği bir durum değildir. Onlar da bunun
farkındalar. Kazın ayağının öyle
olmadığını birçoğu bilir ancak bunu göz ardı etmek de çok kolaydır. Birçoğunun
gözleri kararmıştır, gerçekleri görmezler. Her şeyin muğlâklığı ve plansızlığının,
bu hassas konuyu siyasi argüman olarak kullanan bu zevatın yeterlilikleri veya
yetersizliklerinin bir önemi yoktur. Onlar bir fitil ateşlemişlerdir ve önemli
olan budur, geri kalan her şeyi yapacak birileri zamanın bir yerinde elbette
bulunur. 150 yıldır diasporada yaşayan bir milletin dönüp dönmemek konusundaki
tercihinin ne olacağına hiç girmiyorum bile. Suriye’de, yaşanan iç savaş
ortamında dahi dönmek isteyenlerin kaç kişi olduklarını görmekle yetinelim. Dönen ve dönecek olan yok mu, elbette var ve
olacak. Ama bizi ilgilendiren ne kadar olduğu veya olacağıdır.Sayılı teorisyen, akademisyen, siyasetçi ve uzmanların bile hakkında söz söylerken zorlandığı bu olağanüstü durumun, ekonomik, siyasi, demografik vs. aşamalarına ise hiç bulaşmayalım...
Sochi olimpiyatları gibi hayati bir meselenin arefesinde
ortaya çıkan bu topluluk, adeta Çerkes ve Çerkesya kelimelerini kendi
zimmetlerine geçirmişler. Sanki bu kavramlar şu ana kadar hiç telaffuz
edilmemiş gibi, sanki Çerkeslik bunlarla doğmuş gibi, sanki en vatansever
bunlarmış gibi kimseye söz hakkı tanımamakta.
Kalmak veya anavatan dışında politika üretenler ise yüksek
perdeden konuşabilme ve hamaset yapma imkânları olmakla beraber, işin reel
yönünü benimseyen ve sözden çok iş üreten, ortaya somut ürünler koyan
kişilerdir. Diasporada önlerine gelen fırsatları değerlendirmenin ve mücadeleye
diasporada devam etmenin peşindeler. En
azından şu ana kadar gördüklerimiz bu şekildedir. Ve şu anda doğru olan da budur.
Tüm bunlarla beraber tekrar belirtmek gerekir ki, yarının ne
getireceğini kimse bilemez. Dünya döndüğü sürece her şeyin değişme, yenilenme,
yıkılma, kurulma, batma, çıkma vs ihtimali elbette var. Baharların ardı ardına geldiği günümüzde bile şimdiden çeşitli senaryolar ileri sürülmekte. Gün gelir, tarihi
Çerkesya tekrar ikame edilir mi bilinmez. Ama ihtimaldir. O zaman geldiğinde
neler olur, neler yapılır, ne tercih edilir, tam olarak o da şimdiden bilinmez. "Özgür" bir Çerkesya dışında hiçbir Çerkesya bizim idealimiz değildir. Ancak şu anda bilinen bir gerçek var ki, o zamana her an hazır bulunma
gerekliliğidir. Çerkes kalmak mücadelesinin bir kısmı bununla ilgilidir. Şimdilik
yok olmamanın yolu ise diasporadan geçer, diasporada örgütlenmekten geçer.
Gelecek şimdiki zamana göre şekillendirilemez, şimdiki zaman geleceğe göre
düzenlenebilir. Sis siz olun, kucağınıza bırakılan ve enerjinizi emerek
günümüzden ve hali hazırdaki bin bir türlü meşgalemizden bizleri uzaklaştıran
ve birbirinizi görmenize engel olan afyonlu bu sis bulutundan uzak durun…
Yorumlar
Yorum Gönder